Follow Erkan Arkuttan Güncel Yazılar on WordPress.com

1979’dan 2011’e kadar tüm dünyada hangi hadisler gerçekleşti?

wallpaper-2463028

Afganistan savaşı: “Talikan’a (Afganistan’a) yazık oldu…”


1979’dan günümüze kadar bundan 1400 yıl önce peygamberimiz tarafından bildirilen hangi hadisler gerçekleşti biliyor musunuz? Hadislere göre tüm dünyada savaşlar, anarşi, fakirlik, cinsel dejenerasyon artacak; doğal afetler sıklaşacak; insanlar güzel ahlaktan uzaklaşacak; sahte peygamberler ortaya çıkacaktır. Tüm bu felaketlerin ardından insanlar Allah’a bir kurtarıcı göndermesi için yalvaracaklar. İşte bu dönemde Allah Hz.İsa’yı ve Hz. Mehdi’yi göndererek tüm dünyaya İslam’ı tekrar hâkim edecektir. Hadislere baktığımızda hayret verecek şekilde kısa bir zaman dilimi içinde hepsinin gerçekleştiğini görüyoruz.

Şimdi kısaca hangi hadislerin gerçekleştiğine bakalım:

Afganistan’ın Rusya tarafından işgali (1979)

“Talikan’a (Afganistan’a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala’nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. Orada Allah’ı hakkıyla bilen insanlar vardır. Onlar ahir zaman Hz. Mehdi’sinin yardımcılarıdır.”(Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)

Dördüncü Sulh (Arap-İsrail Barışı) (1979)

“Sizinle insanlar (bir nüshada Rumlar deniyor) arasında dört sulh olacak, dördüncü sulh, Heraklius ehlinden bir adam vasıtası ile olur ve bu yedi sene devam eder…” (Kıyamet Alametleri, Osman Çataklı, 299/8)

Kabe’de Kan Akıtılması (1979)

“Onun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler… Hep birlikte Beyt-i Şerif’i tavaf edecekler, sonra Mina’ya indiklerinde birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak.” (Kıyamet Alametleri, s. 168-169)

“İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina’ya indiklerinde büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır.” (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)

İranIrak Savaşı (1980)

Şevval ayında ayaklanma Zilkade’de harb konuşmaları, Zilhicce’de ise harb vaki olacak.” (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 166)

Depremlerin Çoğalması

“Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… depremler çoğalacak…” (Ramuz-El Ehadis, 476/11)

Mısır Meliğinin Öldürülmesi (1981)

“Ondan önce Şam ve Mısır melikleri öldürülecektir…” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)

Ramazan Ayında Güneş ve Ay Tutulmaları (1981-1982)

“Hz. Mehdi için 2 alamet vardır ki… Bunun birincisi, Ramazan’ın birinci gecesi Ay’ın; ikincisi de, Ramazan’ın ortasında Güneş’in tutulmasıdır.” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 47)

“… Güneş’in oruç ayının ortasında, Ay’ın ise sonunda tutulması…” (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 37)

Şam Meliğinin Öldürülmesi (1982)

“Ondan önce Şam ve Mısır melikleri öldürülecektir…” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)

Kuyruklu Yıldızın Doğması ( Halley, 1986) 

“Hz. Mehdi’nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.” (Kıyamet Alametleri, s. 200)

Tozlu Dumanlı Bir Fitne (11 Eylül olayları, 2001)

“Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek…” (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)

Bağdatın Alevlerle Yokedilmesi ( 2003)

“Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir…” (Risalet-ül Huruc-ül Hz. Mehdi, Cilt 3, sf. 177)
Irak Halkı Üç Fırkaya Bölünür (2003)

“Irak halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın.” (Fera İdu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar)

Irak ve Şam’a Ambargo (2003) 

Ebu Nadre (r.a.) dedi ki; Cabir (r.a.)’ın yanında idik, şöyle dedi: “Öyle bir zaman yaklaşıyor ki, Irak ahalisine bir kafiz (ölçek), bir dirhem (bir ağırlık ölçüsüdür) sevk olunmayacak”. Dedik ki: “Bu kimden dolayı olur.” Dedi ki: “Acemler (‘Arap olmayanlar) bunu men’ ederler.” Sonra dedi: “Şam ahalisine bir dinar, bir müdy (kile, bir ölçü birimidir) sevk olunmayacak”. “Bu kimden dolayı olur” dedik. “Rumlar’dan dolayı” dedi. (Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseyni)

Irak Halkı Şam’a ve Kuzeye Kaçar (2003)

“Masum ve temiz Irak halkı Şam’a kaçar.” (Risalet-ül Huruc-ül Hz. Mehdi, s. 210)

Iraklıların Parası Kalmayacak (2003)

“Iraklıların elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış-veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 45)

Ordunun Kaybolması (Irak’da kaybolan ordu, 2003) 

“Hz. Mehdi’nin beş alameti bulunur. Bunlar Süfyani, Yemani, semadan bir sayha (çağrı, nara), Beyda’da bir ordunun batışı ve “Hz. Mehdi’nin beş alameti bulunur. Bunlar Süfyani, Yemani, semadan bir sayha (çağrı, nara), Beyda’da bir ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir”. (Naim Bin Hammad)

“…Kendisine bir ordu gönderilecek. Bunlar yerin bir çölünde iken yere batırılacaklardır.” (Müslim’den; Geleceğin Tarihi 4, s.31)

“Bir ordu savaş için gelir, çöle girdiğinde baş ve sonundakileri batar, ortadakiler de kurtulmaz.” (Hanbel, Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud’dan; Geleceğin Tarihi 4, s.30)

Irak’ın Yeniden Yapılanması (2003)

“…Irak’a saldırmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak’taki masum insanlar Şam’a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 254)

Şam Irak ve Arabistan’da Kargaşa Yaşanması (2003)

Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…Öyle bela ve musibetler olacak ki, hiçbir kimse, sığınabileceği bir makam bulamayacaktır. Bu belalar Şam’ın etrafında dolanacak, Irak’ın üzerine çökecek. Arabistan yarımadasının elini ve ayağını bağlayacaktır… Onlar belayı bir tarafta defetmeye çalışırlarken, diğer taraftan o yine ortaya çıkacaktır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 38-39)

Doğuda Yer Batması Tsunami (Endonezya, 2004)

“On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır; … Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası’nda meydana gelecek yere batma hadisesi…” (Müslim, Fiten, 39)

Batıda Yer Batması Katrina (Amerika, 2005)

“On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır; … Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası’nda meydana “On “On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır; … Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası’nda meydana gelecek yere batma hadisesi…” (Müslim, Fiten, 39)

“İnsanlara ölüm gelip evler mezar olduğu zaman halin nice olur.” (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, s. 392, no. 726)

Tüm dünyayı hayrete düşürecek gerçekler bunlar, gördüğünüz gibi hadisler arka arkaya tek tek gerçekleşiyor. Japonya’da gerçekleşen büyük deprem, Ortadoğu’da yaşanan karışıklıklık, çift boynuzlu Lulin kuyruklu yıldızının çıkışı hepsi hadislerde bildiriliyor. Her insanın bu gerçekleşen hadislerin dışında bir de gerçekleşmesi beklenenleri düşünmesi ve bunları heyecanla beklemesi gerektiğini düşünüyorum.


Peki tüm dünyadaki Müslümanları Hz. Mehdi’mi kurtaracak?

resimland-savas-resimleri

Tüm dünyadaki Müslümanlar kendilerini bu zulümden kurtaracak Hz. Mehdi’yi bekliyorlar.


Bundan yaklaşık on yıl önce çalıştığım bir şirkette son derece zeki ve şuuru açık bir Alman bana dönüp “Müslümanların tek problemi birlik olmamaları ve başlarında biri olmaması” diye söylemişti. Gerçekten de o zaman da düşünmüştüm. Hıristiyanların Papa’sı var, Musevilerin Sanhedrin meclisi var, ama Müslümanlara baktığınızda hepsi paramparça. Şii, Sunni, Caferi, Alevi diye bir sürü mezheplere ayrılmışlar, kimse kimseyi samimi görmüyor, herkes birbirine düşman olmuş. Birbirlerini kırıp geçiriyorlar. Herkes kendi cemaatine göre dinde uygulamalar koymuş, sıkı sıkıya onları uyguluyor. Müslümanlar değil birlik olmak, tam tersine o kadar düşman olmuşlar ki bütün bu milyonlarca insanı toplayıp bir araya getirecek bir kişi gerekiyor.

Hadislere baktığımızda ahir zamanda Müslümanların iyice birbirine düşecekleri, yeryüzünde fitnelerin, karışıklıkların çıkacağını görüyoruz. Tüm dünyayı karışıklıkların sardığı bu zamanda hadisler insanların yavaş yavaş Hz. Mehdi’nin çevresinde toplanacaklarını şöyle bildiriyor:

“Onun (Hz. Mehdi (a.s.)’ın) zamanı ulaştığında, ... İNSANLAR SON BAHARIN BULUT PARÇALARI GİBİ ONUN ETRAFINA TOPLANIR.” (Nech-ül Belağa İlginç Sözler 1)

“Peki Müslümanlar bu kadar paramparça olmuşken nasıl birleşecekler” sorusuna da hadiste şöyle cevap veriliyor:

Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: “HER ZAMANDA ÜMMETİM İÇİN EHL-İ BEYT’İMDEN BİR ADİL VARDIR. ONLAR, SAPITANLARIN TAHRİFLERİNİ, BATIL EHLİNİN BATILINI, CAHİLLERİN YORUMUNU BU DİNDEN UZAKLAŞTIRIRLAR, duyun ki doğrusu sizin imamlarınız sizi Allah’a götüren elçilerdir, öyleyse iyi bakın ki sizin elçileriniz kimlerdir. (Savaik’ul Muhrika, İbn-i Hacer, s. 148, Muhammediyye mat. Ve s. 90)

 

Hadiste bildirildiği gibi, Hz. Mehdi’nin tüm bidatleri kaldıracağını, dini yobazların çarpık mantıklarından temizleyip tamamen aslına ve Kuran’a döndüreceğini görüyoruz. Tabii ki bu kadar yobazın içinde Hz. Mehdi’nin işi oldukça çetin olacak, çünkü yobazlar onu Kuran’a uymamakla suçlayacaklar. Ama o yılmayacak ve tüm Müslümanları birleştirip sevgiyle ve merhametle İslam’ı yayacak. Hz. Mehdi bu dönemde çok konuşuluyor, kimi bu yüzyılda gelecek diyor, kimi de bu gerçeği kabul etmek istemiyor. En doğru bilgiler sahih hadislerde olduğu için araştırıp öğrendiklerimi sizlerle paylaşacağım.


Ölüm değişmez…

 wallpaper-1448284

Bak şöyle çevrene, ölümden kaçabilen tek bir insan var mı…


Gündüzün yerini geceler alır,
Karanlığa karşı yıldızlar kalır,
Alkışlar kesilir sahne boşalır,
Zaman değişse de ölüm değişmez….

Düşündükçe düşer, yüreğine har,
Yaşanıp bitecek belli; yaz, bahar,
Fırtına kopacak mevsim sonbahar,
Zaman değişse de ölüm değişmez…

Bilinmez ne vakit, bilinmez nerde,
Bedende dermanın bittiği yerde,
Ve sessiz, sedasız kapanır perde,
Zaman değişse de ölüm değişmez….

Yalan sevdalarla avunarak biz,
Hayat çizgimizde yürüken iz iz,
Geçen saat değil, galiba biziz,
Zaman değişse de ölüm değişmez…

Nasıl anlatayım, dertler derinde,
Benim dediklerin, kalır gerinde,
Tek tek öleceğiz günün birinde,
Zaman değişse de ölüm değişmez…

Özcan İşler

Bu şiiri kısa bir süre önce vefat edip de ebedi hayatına kavuşan yakın arkadaşıma ithaf ediyorum. Onu ölümü benim şuurumun açılışıdır. Onun ölümü benim bu dünyanın ne kadar boş olduğunu anlamamdır. Onun ölümü gözlerimizi kapatır kapatmaz sonsuza kadar devam edecek olan hayatımıza başlayacağımızı anlamamdır. Onun ölümü işte böyle benim için çok büyük bir dönüm noktasıdır. Onun ölümü benim kalbimi Allah’a açmam ve hayatımı Allah’a adamamdır…

Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Ali İmran Suresi, 185)


Pencerede ölümü bekleyen insanlar…

tumblr_mudyoeQk1a1qa5hedo1_500

Şimdiye kadar sizin hiç dikkatinizi çekmedi mi…


Küçüklüğümden beri arabanın arka koltuğunda oturup dışarıyı seyrederken gördüğüm yüzler dikkatimi çeker, acı dolu, yaşlılıktan feri gitmiş gözlerle pencerenin önünde oturan yaşlı insanların yüzleri… Köhne bir ev, perdeler eskimiş ve yıpranmış, balkonlarına fazla eşyalar yığılmış, birkaç çiçek bu kirli görüntüyü kırmak istercesine konulmuş. Fakirliğin ve yokluğun içinde bir de yalnızlığın ve yaşlılığın pençesine düşmüş, belleri bükülmüş insanlar. Evde yapayalnız pencerenin önüne oturup bekliyorlar. Neyi bekliyorlar biliyor musunuz, her gün bir adım daha kendilerine yaklaşan ölümü…

Ne iş adamları, ne büyük şirket yöneticileri, ne de emrinde yüzlerce işçi çalıştıran patronlar şimdi aynı durumda biliyor musunuz? Alzheimer olduğu için eşini ve çocuğunu dahi tanımayan, bomboş salonda iskemleleri dizip onlarla toplantı yapan iş adamları… Hayatın en güzel ve cafcaflı dönemi 10, 15 yıl değil mi diye düşünürüm hep. İnsanlar 30, 35 yaşında kariyerlerinin doruğunda, çocukları okulda, seyahatler, eğlenceler birbirini kovalıyor. Ama sonra ne oluyor, emeklilik ve emekli maaşıyla zorlu bir hayat başlıyor. Çocuklar çoktan evden ayrılıyor. Birbirine çoktan yabancılaşmış iki insan küçücük bir evin içinde kala kalıyor. Bütün bunlarla birlikte birde hiç beklenmedik hastalıklar bellerini iyice büküyor. Artık sürekli gidip gelinen yer hastane kapısı oluyor. Biriktirilen, köşeye konan paralar hep hastaneye harcanıyor. İşte ben “neden insanın hayatı böyle sürekli kötüye gidiyor?” diye hep düşünmüşümdür. Sonun böyle olacağını hep fark etmiş, hep çevremdeki hayatlardan da gözlemlemiştim. Değişen hiçbir şey olmuyor, ne kadar zengin ne kadar güzel olursanız olun, elde avuçta ne zenginlik kalıyor, ne de güzellik. İnsan büyük bir hızla yaşlanırken, hastalıklarından dolayı hiçbir şey yiyemez hale geliyor. Böyle bir durumdayken ne giydiğinin, nerde oturduğunun, bankadaki paralın inanın hiçbir önemi kalmıyor. Peki o zaman soruyor insan “neden her şey durmadan kötüye doğru gidiyor?”

Neden sürekli kötüye doğru gidiyor biliyor musunuz, hayatta tek amaç dünyayı yaşamak oluyor da ondan. İnsan sıkı sıkıya dünyaya bağlandığında dünya onu çok kötü bir şekilde terk ediyor, neye elini uzatsa, neyin hırsını yapsa o kendisini terk ediyor. Kariyere, mala, mülke önem veriyor, bunlar elinden gidiyor, gençliğine güveniyor, bir bakıyor hızla yaşlanıyor. Çocuklarına ömrünü adıyor, bir bakıyor ki huzurevine bırakılmış yapayalnız ölümü bekliyor. İnsan hayatını ancak Allah için yaşarsa, ömrünü Allah’a adarsa hayatı giderek artan güzelliklerle doluyor. Onun için her şeyden önce Allah’ı razı etmek geliyor. Malını, mülkünü Allah yolunda harcıyor, evladını Allah için sevip imanlı yetiştiriyor. Nefsini eğitip, hayatta karşılaştığı her şeyi sabırla ve güzellikle karşılıyor. Hepsinden önemlisi bu dünyanın geçiciliğini biliyor, gerçek ve sonsuz yaşamın ahiret olduğunu biliyor. Asıl hayatı bilince adeta hayalden ibaret bu hayatın hiç değeri kalmıyor. Böylece insan ne kadar dünyayı bırakıp Allah’a yönelirse o kadar Allah kalbine huzur, güvenlik ve mutluluk duygusu indiriyor. Hayatın daima iyiye gitmesinin sırrı kalbin ancak ve ancak Allah ile birlikte olmasında yatıyor…

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)


21. yüzyılda evrim ve bilimi bağdaştırmak mümkün mü, seyredin

darwinin sonu

Oldukça iyi biliyorum ki, spekülasyonlarım meşru bilimin sınırlarının oldukça ilerisine uzanmıştır.


21. yüzyılda mikrobiyoloji alanında yaşanan gelişmelere baktığımızda aklımıza gelen “bilimsel veriler ışığında evrim teorisine inanmak artık mümkün mü?” sorusu akla geliyor. Darwin teorisini 1859 yılında yayınlamış olduğu Türlerin Kökeni isimli kitabında açıkladı. Bildiğiniz gibi Darwin’e göre tüm canlılık ortak bir atadan gelmekteydi ve canlı türleri küçük değişimlerle birbirinden evrimleşmişlerdi. Örneğin beslenebilmek için ön kollarını kullanan dinazorlar zamanla kanatlanıp uçmuşlar, ya da suda balık avlayan ayılar zaman içinde tonlarca ağırlığında balinaya dönüşmüşlerdi! Oysa bu hem akla ve mantığa hem de bilime aykırı bir iddiaydı.

Darwin’in döneminde yaşayan insanlar bilim DNA’yı ve hücreyi keşfetmediği için ve yaratılışı ispat eden milyonlarca fosil bulunmadığı için bu teoriyi hemen benimsediler. Fakat günümüzde bilim çok ilerledi ama asıl mikrobiyoloji alanında yaşanan gelişmeler ve yaratılışı ispat eden milyonlarca fosilin bulunması evrim teroisinin sonunu getirdi.

Şimdi sizin için video sayfama eklediğim videoyu seyretmenizi rica ediyorum. Bu videoyu seyrettiğinizde evrim teorisinin bilimsel verilerle nasıl çürütüldüğünü sizde göreceksiniz.

Bu linkten izleyebilirsiniz:

http://video.mynet.com/erkanarkut/Evrim-bilim-degildir/1133788


Karıncalar diğerleri için canlarını nasıl feda ediyorlar?

ant-leaf-nature-wallpaper-1920x1200

Bilim insanları, Brezilya’daki şekerkamışı tarlalarında ilginç bir gözlem yaptı. Burada yaşayan “forelius pusillus” türü karıncalar yeraltındaki yuvalarına girip üzerini kumla örttüklerinde, bazıları dışarıda kalarak geriye kalan tüm boşlukları dolduruyor ve bu şekilde dışarıda kalıyorlar.

Araştırmacılar ertesi gün dışarıda kalan karıncaların ortadan kaybolduğunu görünce, daha sonraki akşamlar dışarıda kalan karıncaları plastik bir kutuya koymuşlar. Bu şekilde toplanan yirmi üç karıncadan sadece altısı sabaha kadar yaşamış, diğerleri bitkinlik yüzünden ölmüş.

Bu durum, karıncaların kolonilerini korumak için hayatlarını feda ettikleri anlamına geliyor. Ölümle sonuçlanan bu görevi üreme yetisi olmayan karıncılar yerine getiriyor. Kendileri üremese davranışlarıyla annelerinin daha fazla üremelerine yardımcı oluyorlar. Araştırmanın başında bulunan Krakov Üniversitesinden Adam Tofilski, yuvayı kapatanların genelde yaşlı veya hasta hayvanlar, yani zaten yaşama şansı fazla olmayan karıncaların olduğunu tahmin ediyor. Yuvanın kimden veya neden korunduğu ise henüz bilinmiyor. Bilim insanları yuvanın diğer karıncalardan veya yağmurdan korunma amacıyla örtüldüğünü sanıyor. Bütün hayvanları böyle eşiz yaratan Allah’tır, görüldüğü gibi hayvanlar evrim teorisinde iddia edildiği gibi bencil davranmamakta, tüm koloninin güveni için kendi hayatlarını tehlikeye atmaktalar.

“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” [Hud Suresi, 56.ayet]

Peki Darwin evrim teorisi hakkında nasıl bir itirafta bulunuyor biliyor musunuz:

“Allah’ın varlığı hakkında hislere değil de akla bağlı bir başka nokta da, çok önemli bir konu olarak beni etkiliyor. Bu muazzam ve harikulade evreni, çok geriye ve çok ileriye bakabilme kabiliyeti bulunan insan da dahil olmak üzere, kör tesadüf veya zaruretin eseri olarak görmek çok güç, hatta imkansızdır. Böyle düşününce bir dereceye kadar insanınkine benzeyen zihin sahibi bir “İlk Sebep” aramak zorunda kalıyorum; bu bakımdan teist sayılabilecek bir insanım. Hatırladığıma göre, Türlerin Kökeni’ni yazdığım zaman bu inanç bende çok kuvvetliydi. O tarihten beri yavaş yavaş ve birçok dalgalanmalarla zayıfladı. Ama o zaman da şu şüphe ortaya çıkıyor: Benim inandığıma göre en aşağı hayvanlarınki kadar basit bir zihinden çıkmış olan bir akla, böyle büyük bir sonuç çıkardığı zaman güvenilir mi?” 1

1.Robert B. Downs, Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Tur Yayınları, İstanbul 1980, s. 289


Radyasyon Japonları nasıl etkileyecek?

 japan-tokyo-skyscrapers-bridge-night-hd-wallpaper

Japonlar şimdi de radyasyon tehlikesiyle boğuşuyor.


• Radyasyon “sievert” birimi kullanılarak ölçülüyor ve bu insan dokularınca emilen miktarı belirliyor.

• 1000 millisievert, 1 sievert ediyor.

• Büyük bir megapol şehirde havadaki normal kabul edilen radyasyon düzeyi 0, 1 mikrosievert ve biraz üstüdür.

• Bir diş röntgeni çekilirken alınan radyasyon 10 mikrosievert.

• Uçuş rotasına göre, 40 bin feet yükseklikteki bir uçuş saatte 3 ila 9 mikrosievert radyasyona yol açıyor.

• Genel olarak bir insan bir yılda hava ve topraktan 1 ila 10 millisievert radyasyon alıyor.

• Tüm vücudun bilgisayarlı tomografisi 20-30 millisievert, tek bir organın tomografisi ise 10 millisievertten az radyasyon veriyor.

ABD Çevre Koruma Kurumu’na göre millisievert birimiyle, farklı radyasyon seviyeleri ve bunların insan sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri ise şöyle:

• 50-100 millisievert radyasyona maruz kalmak, kanın kimyasını değiştiriyor.

• 500 millisievert: saatler içinde bulantıya yol açıyor.

• 700 millisievert: kusma.

• 750 millisievert: 2-3 haftada saç dökülmesi.

• 900 millisievert: ishal.

• 1000 millisievert: kanama.

• 4000 millisievert: tedavi uygulanmazsa, 2 ay içinde muhtemel ölüm.

• 10.000 millisievert: bağırsaklarda tahribat, iç kanama ve 1-2 haftada ölüm.

• 20.000 millisievert: merkez sinir sisteminde tahribat ve dakikalar içinde bilinç kaybı. Saatler ve günler içinde ölüm.

X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik spektrumun parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır. Ultraviyole ve X ışınları çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçalar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması iyonlaşma diye tanımlanır.

İyonlaşabilen elektromanyetik radyasyonları, hücrenin genetik materyali olan DNA’yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA’nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA’da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur. Dolayısıyla ölümcüldür.

Radyasyonun zararları genellikle zamanla ortaya çıkan bir etki olup, ani etki atom bombalarının yol açtığı ölümler ve yüksek radyasyondaki yanmalar şeklinde kendini göstermektedir. Nükleer santraldeki patlama ve radyasyonun sızması ani ölüme de yol açmakla beraber asıl etkisi orta ve uzun vadede çıkar. İnsanlarda genetik tahribata neden olup, nesilden nesile aktarılmaktadır.

Geçmişte yapılan nükleer silah denemelerinden ve Çernobil örneğindeki patlmadan dolayı, radyoaktif maddelerle yüklenmiş toz bulutları, atmosferin yüksek tabakalarına ve stratosfere yerleşerek, radyoaktif yağışlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne inmekte ve çevrenin, özellikle yüzeysel suların kirlenmesine sebep olmaktadır. Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir.

Şu anda Japonya’daki Fukuşima santralinde en son ölçülen radyasyonun 1000 millisieverte ulaştığı bildiriliyor…Bildiğiniz gibi Japonlar Şintoizm dinine inanıyorlar, Allah’a tapmak yerine tabiatı ilah olarak görüyorlar, güneşe tapıyorlar. Bu yüzden de bayraklarında güneş vardır. Nakledildiğine göre Japonya ‘da 8.000.000 ilah vardır. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır. Bütün bunlar Japon halkının hak dinden, Allah’a tapmaktan ne kadar uzaklaştıklarını gösteriyor. Depremtsunami, ardından gelen nükleer felaket Japonların düşünmeleri ve akletmeleri ve gerçek ilah olan Allah’a yönelmeleri için ve tüm dünyanın ibret alması için gerçekleşiyor.

Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. 

O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? 

Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Araf Suresi, 96-98)


Japonya’yı vuran tsunami ekonomisini nasıl felakete sürükleyecek…

sunset_tokyo_wallpaper

Bir ülkenin başına deprem, tsunami ve nükleer felaket geliyorsa düşünmeleri gerekmez mi?


Japonya’yı vuran deprem ve beraberinde getirdiği tsunami, sadece binlerce evi ve kara parçasını yutmadı, yuttuğu şey dünyanın süper güçlerinden biri ve 3. büyük ekonomi

Depremden önceki Japonya verilerine bakarsak 2010 verilerine göre;

Gayrisafi Milli Hasıla: 5.390 Trilyon Dolar, Büyüme Hızı: 3.8%, İş Gücü Dağılımı: Tarım 4%, Sanayi 26%, Hizmet Sektörü 70%, İşsizlik Oranı: 5%, Enflasyon Oranı: 0% (hatta eksi, deflasyon durumu), Nüfus: 125 milyon

Japon ekonomisi sonra ABD ve Çin’den sonra dünyanın 3. Büyük ekonomisiydi. IMF verilerine göre 32 bin dolar kişi başına düşen gelirle 2009 yılında 23.sırada yerini alıyordu. 60 trilyon dolarlık dünya üretim hacmine 4 trilyon doları aşan bir katkı yapıyordu…

Japon ekonomisinin büyüklüğünü ve gücünü anlamak için şu örnek son derece çarpıcı: Uluslararası Otomobil Üreticileri Birliği rakamlarına göre 2009’da dünyada yaklaşık 53 milyon otomobil üretilmiş. Japonya Binek ve Ticari olmak üzere bu toplam içinde 13 milyon araç üretmiş. Dünya otomobil üretim oranının %24.5’ini karşılıyor ki inanılmaz büyük bir oran.

Dünyanın en büyük Japon firmalarıysa: Toyota (Otomobil), Nippon (Telekom), Muziho (Bankacılık), Mitsubishi (Otomobil+Diğer), Honda (Otomobil+Diğer), Nissan (Otomobil), Tokyo Elektrik. Bu firmalar aynı zamanda dünyanın en büyük 100 şirketi listesinde de yerini alıyor. Ve tabi bunun dışında Brisgestone, Hitachi, Sony, Canon, Toshiba, Nikkon gibi birçok dev şirket de sayılabilir…

Şu anda depremin maliyeti hesaplanmış değil ama çok büyük ihtimal tüm hesapların çok üstünde çıkacak, çünkü Japonya’yı sadece depremin ve tsunaminin yıkımı değil, şu anda adım adım ilerleyen ve insanların Japonya’yı terk etmesiyle şiddetlenen Nükleer Yıkım korkunç derecede etkiliyor…

Şimdiye kadar tahmin edilen zarar 1 Trilyon dolara yakın (!) ki bu rakam Gayrisafi Milli Hasılanın neredeyse 1/5’i…

Tokyo merkezli Mizuho Araştırma Enstitüsünden Yasuo Yamamoto, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, Japonya’nın kuzeyi özellikle otomobil ve yarı iletken fabrikalarının bölgesi olduğuna dikkat çekerek bunlara etkisinin kesinlikle olacağını kaydetti. BNET’ten Jill Schlesinger ise depremin en doğrudan etkilerinin, Honda, Toyota ve Sony gibi ürünlerini dünyaya ihraç eden firmalara olacağı görüşünde. Eğer bu firmaların üretim merkezleri ve ihracat limanları kısa süreli durursa, maliyet hızla büyüyecek…

Japon ekonomisinin erimesi dünyayı da etkiler, çünkü:

Japonya dünyanın üçüncü büyük petrol ithal eden ülkesi. Ve Japonya’daki tüm rafineriler depremle birlikte durdu. Petrol talebindeki bu ani düşüş, petrolun varil fiyatını bir haftadır ilk kez hızla 100 doların altına düşürdü. Deprem bölgesi pirinç üretim bölgesi ancak tsunami ve en önemlisi radyasyon etkisiyle bu senenin değil, daha çok senenin hasılatı yenemeyecek, ekim yapılamayacak. Japon otomotiv sektörü darbe aldığından çelik piyasası da etkilenir ve merkezlerin kaymasına neden olur…

Şu anda herkesin sorduğu soru şu, süper güçte olan Japonya tıpkı Hiroşima atom bombası sonrası gibi kendini toparlar mı?

Bunun cevabı zor görünüyor, çünkü son birkaç yılda Japonya zaten durağan bir hal almıştı ve büyüme hızı çok düştü, kaldı ki eğer mesele sadece deprem ve tsunami olsa birkaç sene içinde yaralarını sarmaya başlardı ancak Nükleer Erime’nin kontrol altına alınamaması ve bölgenin tahliyesi, Japonya’yı çok daha uzun süreli gerçek anlamda zor döneme sürükleyecektir…

Şöyle ki, uzmanların tespitlerine göre, ölümcül derecede radyasyonun olduğu bölgelerde en az 50 sene yaşanmaması gerekir, ki her şeyden önemlisi burada hala tehlike saçmaya devam edecek olan nükleer atıkların çevreden izole edilmesi gerekecek.. yapılabilir mi bilinmez, Çernobil’de bunca sene geçmesine rağmen bu yapılabilmiş değil mesela…

Japonya örneğinde görüyoruz ki, en sağlam binalar, şehirler, sistemler kurup kendimizi en şiddetli depremlerden korusak da, her zaman hesaplayamadığımız, öngöremediğimizi ve gücümüzün yetmediği olaylar, felaketler başımıza gelebilir, Allah’tan başka da hiçbir güç bu felaketleri durduramaz…

Japonya’daki nükleer felaketin sebebi aslında insanın açgözlülüğü, çünkü şimdi anlaşılıyor ki Uluslararası atom enerjisi kurumu dahil birçok yetkili kurumun uyarısına rağmen, Fukuşima Santralinde hatalı olan ve eskimiş olan teknoloji kullanılmış.

Yani kıssadan hisse, devran dönüyor ve günü gelince hepimiz insanlık olarak yaptıklarımızın hesabını veriyor olacağız, gözlerimiz, bilinçlerimiz doğru olanı, yanlış olanı görmek üzere açılmış olacak, bir banttan izler gibi tüm insanlık kaderini izliyor olacağız. Şu anda da birçok örnekte gördüğümüz gibi, göreceğimiz şey de aslında kendi güçsüzlüğümüzdür, kibirin boşluğudur, teknolojinin Allah’ın gücü karşısında çaresizce yenilişine tüm dünyanın şahit olmasıdır.

İşaretler arttıkça ve işaretlerin şiddeti de artıkça tüm dünya bir adım daha kıyamete doğru yaklaşıyor, hadislerde bu durum şöyle bildiriliyor:

Hz. Mehdi çıkmadan önce, milletler arasında ticaret ve yollar kesilecek, insanlar arasında fitneler çoğalacaktır. 1

“Herkesin az kazançtan yakınması… Paraları için zenginlerin saygı görmesi…” 2

“Piyasanın durgun olması, kazançların azalması…” 3

Kıyametten önce on alamet görmeden O, kopmayacaktır. Onuncusu, insanları denize atacak olan kasırga…4

1 El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 39

2 Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyin El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 146

3 Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyin El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 148

4 Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyin El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 288

 


Çanakkale şehitlerinin cepheden yazdıkları mektuplara bakın!

 canakkale_detsani1

Çanakkale’de savaşan askerler hep birlikte Allah’ın huzurunda eğiliyor.


Çanakkale şehitlerinin cepheden yazdıklarımektuplar onların maneviyatının, Allah’a olan bağlılıklarının apaçık bir göstergesi değil mi? Bu yüzden Atatürk, Çanakkale Zaferi`nde çarpışan Türk askerlerinin iman ruhunu şöyle tarif etmedi mi:

“Çanakkale İslâm’la korundu” diyen Atatürk şöyle devam ediyor: “Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. En ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’ân, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyor. Bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi`ni kazandıran bu yüksek ruhtur.” (Atatürk`ün S ve c. 2, s. 93)

Çanakkale zaferi askerlerimizin derin imanıyla, Allah aşkıyla kazanıldı, işte cepheden gönderilen mektuplar:

Üsteğmen Zahid’in Vasiyeti- mektubu karısına yazmış

“Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin, her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme… Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde, elbette, ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var :

Birincisi benim için kat’iyyen ağlama…

İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan “mihr-i muaccel” ve “mihr-i müeccel” ini al, üst tarafı ile bana bir mevlüt okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma…”

Hasan Etem’in Validesine Son Mektubu:

Mektubu yazan, ihtiyat zabit ( yedek subay ) namzedi Hasan Etem, İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Beyazıt Nümune Mektebi’nde öğretmendi. Düşmanın Çanakkale’ye dayandığını işittiğinde gözünü kırpmadan binlerce akranı gibi cepheye koştu. Gönüllü yazıldı. Bu onun son mektubuydu. Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra Maydos (Eceabad)’da şehit oldu…

Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık… O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, azımı açtım ve dedim:

– Ey Türklerin Ulu Allah’ı. Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halıkı. Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere mahsustur.

Ey benim Rabbim !

Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle. “Diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut , benim kadar mesrür bir kimse tasavvur edilemezdi.

Oğlun
Hasan Etem

Mustafa Kemal ( Cepheden son Mektup ) mektupta askerlerini anlatıyor

Mustafa Kemal , 2 Temmuz 1915 yılında Arıburnu’ndan Madam Corinne’ye yazdığı mektupta şöyle der :

Aziz Madam,

Karargahımın katiplerinden Hulki Efendi’nin İstanbul’a seyahatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum. Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım. Burada hayat, o kadar sakin değil. Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün, Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dos doğru cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet.

Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu, ) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O’nun Katındadır.” (Al-i İmran Suresi, 195)

Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. Allah’ın’ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. Onlar, Allah’tan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah’ın mü’minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler. (Al-i İmran Suresi, 169-171)


Japonya’daki büyük felaket Tsunami Kuran’da nasıl bildiriliyor?

kuran-i-kerim

Japonya deprem, tsunami, nükleer krizin arkasından yaşam mücadelesi veriyor.


Kuran büyük felaketleri insanlara haber veriyor, hatta Ebced hesabı ile büyük olayların ne zaman gerçekleşeceği hesaplanabiliyor. Kuran’daki birçok ayetin ebced değerlerine baktığınızda ahir zamanı, yani kıyametten önceki dönemi işaret ettiğine, Hz. Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın gelişinin, kıyametten önce büyük bir altınçağ döneminin yaşanacağının anlatıldığına şahit oluyoruz. Nasr Suresinin 2 ve 3. Ayetinde insanların dalga dalga dine girecekleri bildiriliyor, bu ayetin ebced değerine baktığımızda 2016 yılına denk geldiğini görüyoruz.

Ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (Nasr Suresi, 2-3)

Kuran’da ebced değerleri ile ilgili daha detaylı bir yazı yazıp bu konuyu öğrendiğim kadarıyla sizlere aktaracağım. Kuran’da Kefh Suresi’de tam olarak ahir zamana bakıyor. Kefh Suresinin 86. Ayetinde şöyle bildiriliyor:

Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: “Ey Zu’l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin.” (Kehf Suresi, 86)

Bildiğiniz gibi Japonya’nın bayrağı güneştir. Ayette “onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu” diye bildiriliyor. Biliyorsunuz tsunami oluştuğunda denizin rengi tamamen çamur rengine dönüşüyor. Tamamen kapkara, simsiyah bir denizin içinde Japon bayrağının battığına Kuran işaret ediyor. Ayette yine “bir kavim buldu” diye bildiriliyor. Bu da diğer insanlardan farklı bir kavim olan Japonlara işaret ediyor. Yaşanan bu olay dünya tarihinin en büyük felaketlerindendir. Depremlerin ve tsunamilerin artmasının kıyamet alameti olduğu hadislerde bildiriliyor. Ahir zamanda olduğumuz için dünyada yaşayan herkes böyle birçok tarihi olaylarla karşılaşacak, bütün bunlar hadislerde bildirildiği için insanlar tek tek bu hadislerin gerçekleştiğine şahit olacaklar.

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… depremler çoğalacak… (Ramuz-El Ehadis, 476/11)

Aşağıdaki hadiste bildirilen doğuda yer batması Endonezya’daki Tsunami’ye, batıda yer batması da Amerika’da yaşanan Katrina felaketine işaret etmektedir:

“On alamet zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır: doğuda bir yer batması, BATIDA BİR YER BATMASI, Arap Yarımadası’nda bir yer batması, duman, Deccal, İsa b. Meryem, Dabbetü’l-Arz, Ye’cuc ve Me’cuc, Güneş’in battığı yerden doğması ve Aden toprağının sonundan (Yemen’den) bir ateş çıkarak insanları haşrolacakları yere sürmesi. ” (Müslim, Fiten, 39, 40, 128, 129; Ebû Dâvûd Melâhim, 12; Tirmizi, Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28).